28 Ekim 2008 Salı

...

Yaşamın beni çağırdığını gördüğüm anlarda dünyanın sonunu düşleyemez oldum. Her şekle girebilen bir bileşim; kırıldığında kararan, kızıldığında köpüren, istediğimizde kare olarak tasarlayabileceğimiz bir düzen. Matematiğin sonsuz kanıtlarının yetersizliği. Hangi bilim dalı önünde eğilmez ki? İlk insan ya da en ilkel tasarım başkaldırabilmişse eğer doğaya ve doğada yasalarını yasadışı kullanmışsa; melekleri demirden, Tanrı'yı çelikten görmek ne fayda. Kör, dilsiz ve sağır taklidiyle uyum sağlayabilecekssem, uzamasın tırnaklarım ve saçlarım, uzayıp döküleceklerse eğer. Kanım dolaşmasın vücudumda, kalbimin ritmi ayak uydurmasın organlarıma. Bilim, siyaset, sanat dedikleri üçgen sınıflandırılırsa eğer görmeden, konuşmadan ve duymadan dolaşabilirim aranızda olağanca. Yaşam beni de sınıflandırıyorsa ya da sınıflandırarak çağırıyorsa inanın hiç gocunmam uyumsuzluktan, uyumsuzluğumla uyum sağlayabilirim. İhtilaller ve devrimler için bir yol göstericiye ihtiyaç varsa; gözlerim kızarmadan, dilim peltekleşmeden, kulaklarım çınlamadan yapabilirim kurtarıcılığı, yüz yaşıma kadar. Başkaldırı şiiri bu! Onlarca yıl sonra dahi dünyanın sonunu düşleyebilirim ben. Saçlarım ağarsa, derim buruşuklaşsa da giderim dünyayla sona doğru. Beş duyu organım körelse, zihnim tıkanmaya başlasa dahi bi bin yıl taşımışsam dünyanın yükünü; güzelce bakarak, güzel şeyler söyleyerek ve güzel şeyler işiterek dağılabilirim aranızdan...

...

Koyu gerçeklerle örülü bir dünya düzeninin içinde, karşı konulamayacak şekilde baktığımda görmüştüm tetikteki kılıcı. Boş kafesin deliklerinden giremez, bu sivri şey. Cisim; yani biz, özümüzde iyiyiz, öyle doğmuşuzdur ama iyiliğin apoletinin doruğunda bize yer olmaması olağansa eğer, erdemiyle böbürlenen kişi, yansımasını görebilir kılıcında kuşkusuz. Susmak gerek başkaldırı altında. Doğuştansa insan yüceliği, erdem altında aramak gerek bazen gerçeği.
Şikayet edilir, dünyanın küçüldüğüne dair; ama görmezlikten gelinilir küçülen değil, büyümeyen. Dağınık kalsın dünya. Evlerin çatıları geçirdiğinde gün ışığını, annenin sütünün ilk kez tadını duyumsayan bebeğin görüldüğünde huzuru, hissettiğimde çıplak ayaklarımın ıslak çimlerdeki rahatını ve ben uyuduğumda ay ışığında, uyanıp çözdüğümde köpek tasmasındaki incileri; dünyanın istediği insan olacağım. Gün ışığı rengini soldurup, anne sütü ekşise dahi, çıplak ayaklarım bulansa çamura, ay ışığı gözlerimi kırptırtmasa ve inciler sıksa köpeğin boğazını sanabiliyor musunuz dünyanın düzelebileceğini. Hangi cellad kurbanını son anda öldürmekten vazgeçmiş ki? Ya da hangi kuş sabahları hesapsızca ötmekten vazgeçebilir ki? Sorular döngüsünde gelmeyince şiirin sonu, kalem karalamaktan bıkmaz elbet. Kalem kılıç kesilir def edemediğinde gerçeği...