9 Nisan 2009 Perşembe

...

Kaldırımda uyuyan adamın yanına çömeldiğimde, kendinden dahi sıkılmış yüz ifadesini garipsemedim. Şarapların yetmediği bir yaz gecesinde, uydurma bir şiirle yürürken rastladım bu yabancıya. Girilmemesi farz olan sokaklarda, çiğnenen kurallar alıştırması yapıyorduk ikimizde. Yanına gömülünce görmüştüm kirli tırnaklarıyla kavradığı kafatasını. İki gözümü kırparken 'cenazeme kimse gelmeyecek' diye sayıklıyordu zavallı, ağzından tükürükleri çıkarken. Karşı kaldırımdan geçenler, bu adamın 'sakat doğan çocuklar öldürülsün' diye bağırdığından gülerek bahsederken birbirine hiç kuşkusuz sakat beyinlerin de türediğine tanık oldum. Utanç verici! Duyusal sezgilerim izin verdi, armağan gibi sunulup, farklı bir uygarlığa yönelen gözüpek karşıçıkışlarıma. Kendi gizilgüçlerini keşfetmek için üzere diğer yarısını arayan yarım bir dünyanın eşiğinde konuşuyorduk. Bir kere nefes alıyor ve bu nefesimiz süresince tutuluyordu soluğumuz. Durum buysa, hem yaşıyorduk hem de aldığımız nefesin değerini anlamak üzere ölüyorduk. Zaman, mekan, dil farklıydı, ne anlama geldiğini bilmediğimiz sayısız nesneler vardı içinde olduğumuz kafeste ya da be uyduruyordum tüm bunları; etrafımızda 'ağla' dediğinde ağlayabilen standart bebek yüzlü nesnelerden emin olarak.
'Ahbabım; gelecekle ilgili uçuk hikayeler anlatan bir anlatıcıydım. Günümüzün aceleci yaşamlarından uzaklaştırarak; sayısı her geçen gün artan çocuklara anlattığım hikayelerden biri gerçek oldu ve bebeğim sakat doğdu. Kendi ellerimle öldürdüm onu; geleceği anlatırken, başkasının geleceğini de yok ederek. Bir makine gibi başkaları tarafından el konulması düşüncesinin tekdüze korkusuna yenildim. Pişmanlıklarım yüzünden aklıma hiç masal gelmedi ve o günden beri korkar oldu çocuklar benden, bense geleceği göremeden korkar oldum ondan. Dilimi kesmek geliyor içimden hikayelerimin giriş kapısının eşiğindeç Tırnaklarımla inşa ettiğim fildişi kulemdei çamur tükrüğümle boğmak istiyorum kendimi, kendi ellerimle boğduğum çocuğum gibi' Acıdım ve omuzlarından tutarak, öznel sezgilerimin indirgenmesiyle, farklı bir uygarlık armağanını ayaklarım altına aldım.
Gece bitmrk üzereyken, sabaha yakın bir saatte dağılırken insanlar sokaktan evlerine, elimi omzundan çekerken buldum kendimi ve anladım bebek katili yaşıtım babayı. Daha iyi anladım, ararken diğer yarısını dünya ister canlı bağırsağı, ister misinayla bağlansın kendi kendine tecavüz ederek daha nice oltalara mahkum sakat yaşamlar doğuracaktı. Acımayı bırakıp, geçirdim içimden sabahı; 'Evet dostum, kimse gelmeyecek cenazene ve bugünden sonra ağlama taklidi yapabilen bebekler olmayacak mezarının yanıbaşında...'

2 Nisan 2009 Perşembe

...

Rüyalarımla geçici süreliğine uzlaşma halindeyim. Uyandığımda çok azdır hatırladıklarım. Nefes alıp vererek yarıştığım yaşamda, ölümden kazandığım her dakikayı değerlendirere ve de biçimlendirerek yeni bir akım başlatıyorum. Göreceli birşey. Sınırları aşıpi, kendimle paralel giden Pamaklarımın sayısının yetmeyeceği kadar on yılları alt üst ediyorum rüyalarımda Boş durmuyor bilincim. İnsanların hamurundaki cevherleri boyayınca, ustalaşıyor hafızam... Toplumsal sınıf ve yaşam farklılıkları ayırıyor yurttaşları. Topraklarının büyüklüğüyle göğsü kabaran soylu, toprağının boyutuyla karşılık bulan emekçi, parayı bulandan bu yana onun değeriyle hesap soran ticaretçi, ekip biçen zanaatçi, Tanrı'ya layık olmaya çalışan din görevlileri, sancakları talan eden piyade erleri, usulsuz kanun koyucular ve uygulayıcıları, oy hakkını parayla alıp rütbesine güvenen zenginler, körükleyici yükümlüler, zedeleyici hükümlüler... Yetmedi; farklı kıtalarda eşit haklar için uğraşan köleler, açlığın yarattığı karındaki boşluğun mırıltısını farklı bir din geliştirerek doyuranlar, yayılmacı politikaların niteliksiz bekçileri... Herkesin ve herşeyin bağrı soğuk; karanlıkta boşuna altın arayan madenci gibi...
İnsanlar gibi yüzyılları karıştırıyorum rüyamda. Tamamen! Bunu garipseyecek ne var? Aynı çark günümüzde de dönmüyor mu el altından? Hatırlamamak değildi ruyalarımı alt üst eden; insanoğlunun ve ona meydan okumaya kalkan yüzyılların, bütün değerlerin sentezini yapmaya çalışırken herşeyi yozlaştıran düzenlerin, nesnel düşüncelerin öznel düşmanlarının, toplumsal yaiam adı altında rollerini iyi oynayamayan adalet dağıtıcı kitlelerin doymak bilmeyen ejderhavari mideleriydi. Toprağını erdemle sulasaydı soylu, iliğine kadar emilmezdi bugünkü vatandaşlık hakları. Bilgi ekilip biçilseydi beyinlerin dar patikaları çoraklaştırmazdı bugünü. Ne genetik, ne kültürel, ne ekonomik, ne de kıtalararası farklılıklar... Çelimsiz beden, daha az duygunluk, doğrucul olmayan akıl önermeleri... Yüzyıl şereflendiriyor kendi tanıklarını doğaya uyumsuzca rüyalarımda. Sayısız uykularıman ustalıkla uyandığımda; bağrım soğuk. Karanlıkta boşuna erdemle yoğrulan altın arayan madenci gibi...