3 Ocak 2010 Pazar

...

Koca koca gözlerini açmış baykuş; pencerenin içerisini süzmeye başlamış; yan sokaktan dahi duyulan cırtlak sesiyle. 'Gecenin bu saatinde ne arıyorsun dünyadan ve bu dünyanın insanlarından kendimi sakladığım mahzenimde?' dedim gözgöze geldiğimizde. Kaf Dağı'nın ardındaki büyülü dünyadan gelecek değil ya. Bağlardan, bahçelerden, dinlenirken de ağaç dallarından kovulmuş; kanca tırnaklarını, döner parmaklarını ablasyona uğratmak istemişler, kuluçkadayken huzur tattırmamışlar günlerce; karanlığın kör vaktini beklemişler avlamak için. Günlerce aç bırakıldıktan sonra afagik olmuş. Kes sesini artık pis budala! Beynimdeki canavar düdüğünün çalmasına ramak kaldı. Boynunu bükmenin, burnunu sızlatmanın zamanı değil; daha yeni uyandım sanrılarımdan, terleyerek hem de. Hüsrana uğradım ben de günün her vakti. Söylemek istiyorum şimdi işte; bira köpüğünü anımsatan gözlerini alıp git bir an önce, tüneğimde yer olmadı hiçbir zaman sana. Bedenindeki ince tüyler, yerden göğe doğru yağan yağmur gibi oldu birdenbire. Ansızın bunaltıyor beni küçümsemeler; hiçbir sakinleştiricinin etki etmediği kaprislerle birlikte... Bende onlardan biriyim; acırken ademalmama konacak değilsin ya da dökülürken arasına saklayacak değilim saçlarımın. Daha ne kadar mutlak göreceksin kendini, hiçbir güvencesi olmayan derbeder yaşamında; benim gibi, herkes gibi. Tövbeliyim iyilik etmeye. Yumuşak vücudunu sert omzuma koyup, duyabileceğin en ufak hışırtıda ortak yönlerimizi alıp gitmeyi arzuluyorsun değil mi? Ben de herkes gibiyim; basabilirim en kısa zamanda kuyruğuna...

Hiç yorum yok: