31 Ocak 2010 Pazar

...

Boğazından girip, anüsünden çıkmayan; kendi bataklığında boğulmayı öngörüp, iki elimi boğazıma yapıştıran bir acı bu; tahammül edilemeyen cinsten. Buna bağlı olarak ısrarla kaçındığım ebedi ıstırap; kurban törenlerini anımsatan... Bilmem kaçıncı katmandan itibaren başlayarak merkezinde beni hedef almış bir çembere giydiriyorum görünmez giysilerimi. Tüm çıplaklığıyla karşısındayım acının; benim acı! Yedeği de kullanışlı bir acı... Gükkuşağını soyup aldığım renkleri giymeksizin rahat bir şekilde karşındayım, dudaklarımı bükmeden, parmaklarımı avucumun içine hapsetmeden. Binbir güçlükle karşındayım! Diyaframımın rahatça çalıştığını, saçlarımın kendiliğinden ağaracağını, derimin kendini onarabileceğini sanma sakın. Aynalardan uzak kalarak, günlerce bedenimin tokluğunun üstüne titremeden geçtim karşına; saçlarımı kelepçelediğim günlerin üzerinden çok zaman geçmedi, kabaran derimi demirler okşadı, soğuk zeminler üzerinde pıhtılaşan soğuk kanımla donakaldı tercihlerim. Doğru anahtarı bulmak için kaç derim bilendi? Zevkin doruk noktasında, en ileri hayvani güdülerin çıkmazında sekteye uğradı incelen derimi Hiçbir sıfat bulunamadı durumuma; hem de hiçbir dilde. Kalp atışlarımın sesi, aşılmaz bir engelin henüz kaybedilmiş bir formülüne dönüşürken; kaçınılmaz yenilginin kendini aşmadan, kendindeki muammayla karşındayım. Çıplak bir ağacın uyumsuz yaş halkaları gibi...

Hiç yorum yok: