31 Ocak 2010 Pazar

...

'İnsan' denen kokuşmuş tünelin içinden geçtikçe, gördüklerim karşısında aklımın elvermediği, dilimin söylemeye varamadığı itici gerekçeleri görüyorum. Diken diken olan tüylerim yapıştıkça beyaz ve buğday renkli bedenlerine üstü örtük bir laf kalabalıklığı beliriyor karşımda; 'gökküşağını görmeyeli uzun zaman oldu' diye bitiriyor elimdeki son cümle kendisini. Kırk gün, kırk gece evden çıkmadığımdan unuttum güneşin ışığını, yağmurun damlalarını; güneş ışığının yağmur damlasına çarpışını. İşte o günlerde, gözyaşlarımla ördüğüm yaş duvarın sıvasında çırpınan gövdemde, kireçli boyalarla yapılmış freski andırır dizgesiz yılgınlıklarım. Mezarım da kuru olmayacak benim; Hint okyanusundaki glayöller yok ettiğinde renk tonlarını, biriktirdiğim dostlarım yapacak glavölü. Ben de onları izleyecem, onlardan öğrendiğim gibi; 'Ben ölmeden önce' diye başlayan şiirlerime, dokularımca emilmeyen su, buz olacak ve ben böylecesığır kemiğini geçirince ayaklarımın altına, başlayacam gösterimi sunmaya. 'Kendi zihinsel kurgusunda öldü' diyecekler kendi kendime oluşturduğum kuramların sert tepkicileri. Çok geçmeden, ' Deniz aşırı ülkelerin baş döndürücü hayalleriyle öldü' diyecekler görmüş geçirmiş dostlarım. Sindirme zorluğunu çekerken düşüncelerim; kimse analayamayaca beni; omuz üstü hiçbir baş...

Hiç yorum yok: